Toplantılarla dolu yorucu bir günün ardından kent merkezinde bulunan bir kulenin 35. Katındaki süit dairesine girdi. Elindeki telefonu ve anahtarını kapının yanındaki sehpaya bıraktıktan sonra oturma alanına yöneldi. Eve gelirken yatıp dinlenmeye ihtiyacı olduğunu düşünmesine rağmen bara geçip kristal şişeden bir duble viski doldurdu. Kadehinden büyük bir yudum alarak balkona geçti.
Balkonda onu dairesinin en sevdiği özelliği olan manzarası bekliyordu. Satın alırken bir pazarlama taktiği olarak bu manzarayla beraber ona vaat edilen ideal yaşam kurgusunu düşünüp gülümsedi. Elde etmek için yüzbinlerce dolar verdiği kent manzarasını izlerken derin bir nefes alıp viskisine devam etti. O sırada kent ışıklarının ona ne kadar da uzak göründüğünü düşündü tekrar.
Hayal ettiği manzara ve yaşam tam da buydu, ama ona ulaştığında böyle hissedeceğini düşünmemişti, mutlu olması gerekiyordu.. Yüksek güvenlikli bir kulede, ferah, galeri boşluklu ve duvarlarla bölünmemiş, muhteşem manzarası ve özel tasarım dekorasyonu ile beraber satın aldığı dairesindeki yaşamı sanki ona ait değilmiş gibiydi. Hayatındaki hiçbir şeyin aslında onun seçimi olmadığını hissediyordu. Yıllık ödemelerini yapıp arada sırada uğradığı spor salonu, özenerek alıp birkaç kez sürdüğü pahalı motosikleti, düzenli olarak buluştuğu bir sevgilisi ve yakın arkadaşlarıyla aslında ideal bir yaşantıya sahipti. Dışardan bakıldığında dolu dolu yaşıyormuş gibi görünse de aslında kendi içinde ne kadar soğuk, yüzeysel, yalnız ve insanlardan uzak olduğunu düşündü. Kendinin yalıtılmış, sterilize yaşantısının içinde anlam yoksunu bir döngüde bulunduğunu fark etti. Kentin merkezinde ama kentten ne kadar da kopuk olduğunu hatırlatıyordu karşısındaki manzara. Kendi gibi gördükleriyle (stereotipleştirilmiş grubuyla) çevresine oluşturduğu çeperin içinde aslında kimsenin olmadığını, anlamdan yoksun, maddesel yaşantısında kendini bile bir metaya indirgeyip tanımak için uğraşmadığını fark etti. Yaşamında kendine bile yabancıydı. Yalnız kaldığı zamanlarda dahi telefonu üzerinden Instagram veya Twitter’da sığ ilişkilerini devam ettiriyordu. Eskiden kurduğu hayalleri, istekleri vardı ve kendini seviyordu, şimdi o hayallerin birçoğu gerçekleşmiş, bir kısmı unutulmuşken, aslında onların bile onun tercihi olmadığını, hiçbirinin bir anlamı bulunmadığını ve kendi dâhil kimseyle derin bir iletişim kuramadığını düşünüyordu.
Sistem tarafından ona entegre edilen her olguyu emip nötralize eden, fakat emdiklerini içselleştiremeyip yaşamında bir türlü tatmin olamayan bir varlık olarak görüyordu kendini. Yıllar önce bir kitapta kitlelerin toplumsalın içinde kaybolan karadeliklerden oluştuğunu okumuştu, o zaman anlamlandıramadığı karadeliklerden birini içinde taşıdığını hissediyordu artık.
İçkisini tazelemeye gittiğinde eli istemsizce tezgâhtaki bıçağa gitti. Bıçağı şah damarına yaklaştırırken kalp atışlarının hızlandığını hissediyordu. Tam bıçağın keskinliğini boynunda hissetmişti ki kapı çaldı..
Gözlerini hastanedeki bembeyaz ve soğuk odasında açtı. Pencere olmadığı için saatin kaç olduğunu tahmin edemiyordu. Hareket etmeye çalışınca canının yandığını hissetti. Gömleğini yine çok sıktıklarını unutmuştu…